Karakalem34

Pic 1

Hoşgeldiniz

Merhabalar, Sevdiklerinize ve size özel bir portre siparişi vermek isterseniz. Sipariş vermek vede Bilgi almak için; siparis-vermek-istiyorum@hotmail.com Adresinden Sipariş verebilir vede Bilgi alabilirsiniz.

Sipariş vermek için Tıklayınız

KARAKALEM34

Ünlü Ressamların Hayat Hikayeleri




ABİDİN DİNO

Abidin Dino
, (d. 1913 - ö. 1993) ünlü Türk ressam. Çağdaş Türk resminin öncülerinden olan Abidin Dino, aynı zamanda bir yazar ve siyasetçidir.

Abidin Dino Hayatı

Ressam, 23 Mart 1913 İstanbul doğumludur. 1. Dünya Savaşı sırasında ailesi Avrupada seyahatte olduğundan, bir süre için Cenevrede bulunmuş, bu nedenle çocukluğu İsviçre ve Fransada geçmiştir.

Abidin Dino ailesiyle birlikte 1925te İstanbula dönmüştür. Robert Kolejde öğrenim görmeye başlammış olsa da, sanata olan ilgisi nedeniyle öğrenimini yarıda bırakıp, ağabeyi şair Arif Dinonun desteğiyle resim, karikatür ve yazı alanında kendini geliştirmeye başladı. 

Kariyeri

İlk çizimleri Yarın gazetesinde, ilk yazıları Artist dergisinde 1930lu yılların başında yayımlanmıştır. Bu yıllarda Nazım Hikmetin şiir ve oyun kitaplarına kapak desenleri de çizmiş ve kendini çok genç yaşta "ressam" olarak kabul ettirmiştir.

1933 yılında "D Grubu" adlı sanat gurubunun kurucuları arasında yer aldı. Bu grubun amacı, memlekette sanatın gelişmesini ve yayılmasını sağlamak, düşünce yanı ağır basan resimler yaparak, batıdaki çağdaş akımlarla boy ölçüşecek yenilikler getirmekti.

Aynı yıl "Ankara Türkiyenin kalbidir" isimli belgesel filmi çekmek için Türkiyeye gelen Sovyetler Birliğinin ünlü yönetmenlerinden Sergay Yutkeviç bir sergide resimlerini görüp beğendi. Yutkeviçin filmini izleyen Atatürk, kendisinden bir Türk gencini yetiştirmesine olanak olup olmadığını sormuştu. Böylece Yutkeviç, Dinodan dekoratör ve ressam olarak çalışmak üzere kendisiyle SSCBye gelmesini istedi. Dino, 1934 yılında sinema öğrenimi görmek üzere SSCBye gitti ve 3 yıl kaldı. 3 yıl boyunca Leningradda Eisenstein ve Yutkeviçin yanında makyajdan dekora, rejiden senaryoya tüm yönleriyle sinema eğitimi aldı. Yutkeviçin yönettiği Madenciler filminde çalıştı. 1937de 2. Dünya Savaşı nedeniyle Sovyetler Birliği tüm yabancı öğrencileri geri gönderince Leningraddan ayrılmak zorunda kaldı.

Dino, Sovyetler Birliğinden sonra Londra ve Parise gitti. Pariste ressam ve dekoratör olarak film çekim çalışmalarında bulundu. Gertrude Stein, Tristan Tzara, Eisentein, Andre Malraux ve Pablo Picasso gibi dönemin önde gelen sanatçılarıyla dostluklar kurdu.

Abidin Dino 1939da Türkiyeye döndü, 1941de arkadaşlarıyla Liman (Yeniler) Grubunu oluşturdu. Çeşitli dergilerde çizgi ve yazılarıyla halktan yana, gerçekçi bir sanat görüşünü savundu. Çizgi ve desenlerin ön plana çıktığı resimlerinde işçi ve köylü tiplerini özgün bir üslupla işledi. Başlangıçta Picassonun etkisinde kalan sanatçı, daha sonraları yapıtlarında özgün ve yerel bir senteze ulaştı.

Yeniler Gurubunun Liman çevresindeki balıkçıları konu alan ilk sergisini açtığı 1941 yılında Abidin Dino, siyasi nedenlerle önce Mecitözü-Çoruma, sonra Adanaya sürgüne gönderildi. Adanada Türk Sözü gazetesini yönetti. "Kel" adlı bir oyun yazdı, ancak oyun hemen toplatıldı. Çukurovanın pamuk işçilerini konu alan resimler yaptı ve heykel ile ilgilenmeye başladı. 1943 yılında dilci Güzin Dino ile evlendi. Sürgün sona erince İstanbula döndü.

1952de yurt dışına çıkış yasağı kalkınca kesin olarak Parise yerleşti. Fransa, Cezayir, Amerika gibi değişik ülkelerde sergiler açtı. Fransa Plastik Sanatlar Birliği onur başkanlığı New York Dünya Sanat Sergisi danışmanlığı gibi görevlerde bulundu.

İşkence, Atom Korkusu, Savaş ve Barış, Çıplaklar, Dört Kent, Dağ-Deniz gibi birçok yapıtı çeşitli galeri, müze ve koleksiyonlarda yer aldı.

Nazım Hikmetin kendisine "Bana mutluluğun resmini yapabilir misin?" demesi üzerine ona şiirle karşılık verdi. . (Özellikle internette dolaşan "mutluluğun resmi" isimli tablo Abidin Dinoya değil, Dianne Dengel adindaki sanatçıya aittir. )

Zaman zaman Türkiyede kişisel sergiler açan Abidin Dino, 7 Aralık 1993 günü Pariste yaşamını yitirdi. Cenazesi İstanbula getirilerek Aşiyanda toprağa verildi. 

 




İBRAHİM BALABAN

1921de Bursanın Seç köyünde dünyaya geldi. Doğduğu köyün 3 yıllık okulunda eğitim gördü. 1937 yılının son günlerinde, henüz 16 yaşındayken hint keneviri yetiştirmek suçundan cezaevine girdi, böylece ilk defa köyünden dışarı çıktı. Cezaevinde kendini avutmak için resim çizmeye başladı. Resimlerini zeytinyaına batırdığı renkli kalemlerle yapıyordu. Altı ay hapis ve üç ay da para cezasına çarptırılmıştı. Ancak para cezasını ödeyemeyince üç yıl cezaevinde kaldı. Cezasının bitmesine çok az bir zaman kala dört mahkumun saldırısına uğrayan Balaban, cezaevinden çıktıktan sonra evlendiği gün düğün evini basan hasmını öldürdü ve yeniden cezaevine girdi. 1942 ile 1945 ve 1948 ile 1950 yılları arasını Bursa Cezaevinde geçirdi.

Balaban, Bursa Cezaevinde kendisinden 20 yaş büyük olan Nazım Hikmet Ranla tanıştı. Onun desteği ve ilgisi sayesinde resim yeteneği ortaya çıktı ve gelişti. Nazım Hikmet, Orhan Kemali hikayeci, Balabanı ise ressam olarak yetiştirmek istiyordu. İbrahim Balaban cezaevinde resmin yanı sıra felsefe, sosyoloji, ekonomi-politik konularında pratik bilgiler edindi. Ressam, Nazım Hikmetli günlerini ileriki yıllarda yazdığı Şair Baba ve Damdakiler kitabında anlatmıştır. 

Balaban, "Konu bir özdür, her öz kendi kabuğunu, yani sanatsal biçimini oluşturur. " kuramını ortaya koyduktan sonra yaptıklarını sanat olarak değerlendirmeye başladı ve ilk sergisini 1953te İstanbulda, Fransız Kültür Merkezinde açtı. Sonraki yıllarda hem Türkiyede, hem de yurtdışında pek çok sergi açtı. 1961de Yeni Dal Grubu sergisindeki bir tablosundan dolayı yargılandı, ancak aklandı. Yine 1968de Gazi Dergisinde basılan bir tablosundan dolayı yargılandı; ondan da aklandı. 1969da Adanada sergilediği resimleri saldırıya uğradı.

Resim eleştirmenleri kendisini "Anadolu insanının yaşamından ve halk efsanelerinden yola çıkarak toplumsal gerçekçi yapıtlar üreten ressam" olarak tanımlarlar. Balaban, sanat hayatını Dağınık, Nakışsı, Ağır Aksak, Oyuncaksı, Tutsak, Özgürlük gibi dönemlere ayırır. Önceleri köy yaşamının yoksulluğunu, köylü üresim araçlarını resmeden sanatçı, giderek destanlara, halk inançlarına, kahramanlarına, söylencelere, mitolojiye uzanır. Giderek kente göçü, kentteki yaşam ve demokrasi mücadelesini ele alır. Son dönemde Anadolu Erenleri ve Bereket Analarını resimler.

Kendisi aynı zamanda yazar olup, yayımlandığı çeşitli kitapları bulunmaktadır.

Ressam, son olarak desen çalışmalarını 2005te İstanbulda sergilemiştir.

Hapiste birlikte yattığı Nazım Hikmet de, onun bir tablosundan etkilenerek şu dizeleri yazacaktır: "İşte seyreyle gözüm, işte insan / Dağın, taşın, kurdun efendisi. / İşte poturunda yamalar, / İşte karasaban, / İşte sağrılarında kederli, korkunç oyuklarıyla öküzleri. . . "

İlk evliliğinden iki erkek, bir kız çocuğu ve dört torunu vardır. 1955 doğumlu oğlu Hasan Nazım Balaban da kendisi gibi ressamdır.

Kitapları :- Balaban (1962) 
- İz (1965) 
- Şair Baba ve Damdakiler (1968) 
- İzdüşümü (1969) 
- Avrupada Dolaşanlar (Gezi Notları) 
- Dağda Duruşma (Roman) 
- Kalıba Sığmayanlar 
- Tahliyeci Yusuf
 

 




İBRAHİM ÇALLI

İbrahim Çallı
 (1882-1960) Türk ressam.

İzlenimci Türk resim sanatının tanınmış temsilcilerinden biridir. Resimdeki ustalığı kadar iğneleyici sözleri ve kendine özgü yaşantısıyla da ünlüdür.

Çallı ilk ve orta öğrenimini memleketi olan Çal'da ve Denizli'de tamamladıktan sonra İstanbul'a geldi. Resme tutkundu, ama okula giremedi. Adliyede katip oldu; maaşı ile kıt kanaat geçinmeğe çalışıyor, bir yandan da resim yapmağa devam ediyordu. Zamanın ünlü ressamlarından Şeker Ahmet Paşa'nın ilgisini çekti ve onun desteği ile İstanbul Güzel Sanatlar Okulu'na girdi (1906) .

İstanbul Güzel Sanatlar Okulu'nda dört yıl okuyan Çallı, Maarif Nezareti'nin (Milli Eğitim Bakanlığı) açtığı sınavı kazanarak Fransa'ya gitti. Paris Güzel Sanatlar Okulu'nda Fernand Cormon'un atölyesinde dört yıl resim çalıştı.

Birinci Dünya Savaşının başlamasıyla Türkiye'ye dönen Çallı, İstanbul Güzel Sanatlar Okulu'nda öğretmen oldu. Fransız izlenimciliğinin etkisinde kalmakla birlikte değişik bir yol izledi. Resimlerinde daha özgür bir davranışa yöneldi, doğanın yanısıra değişik tiplerde insan resimlerine de yer vererek klasik Türk resminin çerçevesinden dışarı taştı, ayrıca resimde renk parlaklığına ve saydamlığa büyük önem verdi. Bu anlayışla peyzajlar, natürmortlar, portreler, kompozisyonlar ve benzeri yapıtlara imza attı.

İBRAHİM ÇALLI ' nın Eserlerinden bazıları: 

Cami Avlusu, Mevleviler, Dikiş Diken Kadın, Hatay, İstiklal Savaşında Zeybekler, Türk Topçularının Mevzie Girişi, Nü, Balıkçı Kayığı, Çayır ve Keçiler, Manolyalar, Atatürk, İsmet İnönü ve Yahya Kemal Beyatlı portreleridir.
 

 




İSMET VEHİT GÜNEY


İsmet Vehit Güney (doğum. 1932, Limasol) , Kıbrıslı ressam, karikatürist, halen Güney Kıbrıs Rum Yönetimi bayrağı olarak kullanılmakta olan eski Kıbrıs Cumhuriyeti bayrağını tasarlayan kişi.

II. Dünya Savaşı'nda İngiliz ordusunda görev yaptı. O yıllarda İngiltere yönetimindeki Filistin'e bağlı Hayfa'daki İngiliz Askeri Akademisi'nde askeri konuların yanı sıra resim eğitimi de aldı. İbrahim Çallı ile tanıştı ve birlikte çalıştı. Çallı gibi o da izlenimci resim akımından etkilendi. 1947'de kişisel sergisini açan ilk Kıbrıslı Türk ressam oldu. Eserleri pek çok karma ve kişisel sergide yer aldı, ödüller kazandı. Karikatürleri İstiklal ve Köylü gibi Kıbrıs gazetelerinde yayımlandı. 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti'nin bayrağının, ambleminin ve Kıbrıs Lirasının tasarımlarını yaptı. Bizzat Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makaryos, İsmet Güney'in tasarımlarını resmi bayrak ve amblem olarak seçti. 1977'ye kadar Lefkoşa Türk Erkek Lisesi'nde resim ve sanat tarihi öğretmenliği yaptı. 1986 yılında KKTC hükümeti kendisine Kültür Sanat Hizmet Ödülü verdi.




OSMAN HAMDİ BEY

Osman Hamdi, (doğum 1842 İstanbul - ölüm 24 Şubat 1910 İstanbul) 1860'da hukuk öğrenimi için Paris'e gitti. Hukuk öğreniminin yanı sıra o dönemim ünlü ressamlarının atölyelerinde çıraklık yaparak iyi de bir resim eğitimi aldı.

1869 yılında Bağdat Yabancı İşler Müdürlüğü''ne atandı. 1871'de İstanbul'a geri dönünce sarayda çalıştı. 1881'de Müze-i Hümayun (İmparatorluk Müzesi) 'a atandı. Bu görevi ile Türk müzeciliğinin parlak dönemleri başladı. 1883 yılında Güzel Sanatlar Akademisi Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi'ni ve İstanbul Arkeoloji Müzesi'ni kurdu ve müdürlüklerini üstlendi. 1884'te o güne kadar hiç gündeme gelmemiş olan ve çokça kayıp verilmiş olunan bir zaafı, antik eserlerin yurt dışına çıkarılmasını yasaklayan Asr-ı Atika Nizamnamesini çıkarttırark yürürlüğe soktu.

Osman Hamdi Bey, Nemrut Dağı, Lagina ve Sayda'da arkeolojik kazılar gerçekleştirdi. Sayda'da yaptığı kazılarda bulduğu, arkeoloji dünyasının başyapıtlarından sayılan, aralarında İskender Lahiti'nin de bulunduğu bir takım antik eserler çıkardı. Burada bulunan eserler bugün Osman Hamdi Bey'in bulmuş olduğu birçok eser gibi, kendisinin temellerini attırdığı İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmektedir.


 




ESTİ SAUL
Esti Saul, Yahudi asıllı Türk ressam 1940 yılında İstanbul'da dünyaya geldi.

1955 yılında Neşet Günal ile resim çalışmalarına başladı. 1986-1997 yılları arasında Resim ve Heykel Müzesi bünyesinde Mimar Sinan Üniversitesi öğretim üyelerinden Gökhan Anlağan, Yusuf Taktak ve Özdemir Altan ile resim ve sanat tarihi çalışmalarını sürdürdü. Pastel, akrilik ve yağlıboya işleri yurtiçinde ve yurtdışında (İtalya, İsrail, İsveç, Almanya vs. . ) çeşitli koleksiyonlarda bulunmaktadır.

Esti Saul Karma ve Kişisel sergileri:

- 1988 Resim ve Heykel Müzesi (Karma) 
- 1989 Gözlem Sanat Galerisi (Kişisel) 
- 1989 Büyükada Anadolu Kulübü (Karma) 
- 1990 Büyükada Anadolu Kulübü (Karma) 
- 1991 Halil Dikmen Sergi Galerisi (Karma) 
- 1992 Kadıköy Caddebostan Devlet Güzel Sanatlar 500. Yıl Vakfı (Karma) 
- 1995 O. D. T. Ü. İstanbul Galerisi Baraka (Karma) 
- 1995 Beyoğlu Devlet Güzel Sanatlar Galerisi (Karma) 
- 1996 Kadıköy Caddebostan Devlet Güzel Sanatlar Galerisi (Karma) 
- 1998 Notre Dame de Sion Fransız Lisesi Sergi Salonu (Karma) 
- 1998 Isparta Türkiye Akbank Sanat Galerisi (Kişisel) 
- 1998 Beyoğlu Devlet Güzel Sanatlar Galerisi (Karma) 
- 1998 Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Deniz Müzesi (Karma) 
- 1999 Kadıköy Caddebostan Devlet Güzel Sanatlar Galerisi (Kişisel) 
- 1999 Ressamların Fırçasından ATATÜRK Portreleri Atatürk Kültür Merkezi (Karma) 
- 1999 Kutstverein Lippstadt (Lippstadt,Almanya) (Karma) 
- 1999 Anka Art Sanat Galerisi (Kişisel) 
- 2001 Gözlem Sanat Galerisi (Kişisel) 
- 2001 Fakirleri Koruma Derneği (Kişisel) 
- 2004 Askeri Müze (Harbiye, İstanbul) (Karma) 
- 2004 Akmerkez Sanat Galerisi (Karma) 
- 2005 Askeri Müze (Harbiye, İstanbul) (Karma) 
- 2005 Bahariye Sanat Galerisi (Karma)






BEDRİ BAYKAM
Bedri Baykam (doğum. 1957, Ankara)

Babası CHP milletvekili Dr. Suphi Baykam, annesi yüksek mimar Mutahhar Baykam'dır. İki yaşında resim yapmaya başladı. Altı yaşındayken eserleri Ankara, Bern ve Cenevre'de sergilendi. "Harika çocuk" olarak tanımlandı. 1975 yılında Paris'e taşınan Baykam, Sorbonne Üniversitesinde işletme ve ekonomi öğrenimi gördü. Bu dönemde tenis sporuyla ilgilendi ve çeşitli turnuvalarda dereceler aldı.1980 yılında Kaliforniya'ya taşındı. Burada 1984 yılına kadar resim ve sinema okudu. 1987 yılında İstanbul'a dönen Baykam'ın katıldığı sayısız karma serginin yanı sıra, çeşitli şehirlerde açılmış 94 kişisel sergisi, birçok kısa metrajlı filmi ve yayınlanmış 20 kitabı vardır.

Siyasete olan ilgisiyle de tanınan Baykam 1995 yılında CHP Parti Meclisi üyeliğine seçildi ve bu görevi üç yıl sürdürdü. 2003 yılında CHP kurultayında Genel Başkan adayı oldu.

1997 yılında gazeteci Sibel Yağcı ile evlendi. 1999 yılında Suphi adını verdikleri oğulları dünyaya geldi

 



Hoca Ali Rıza (d. 1858 Üsküdar İstanbul ö. 1930 Üsküdar) Türk ressam
Üsküdar Rüştiyesi ardından 1880 yılında Kuleli Askeri İdadisi (Kuleli Askeri Lisesi)'ne girdi. Öğrenimini Mekteb-i Harbiye-i Şahane’de sürdüren Hoca Ali Rıza, Osman Nuri Paşa Süleyman Seyyid ve Mösyö Gués gibi seçkin hocaların öğrencisi oldu. 1881 yılında Harbiye Resim Sınıfı’ndaki başarılı çalışmalarından dolayı Sultan II. Abdülhamit tarafından Nişan-i Mecidi’yle ödüllendirildi.

1884 yılında Harbiye’nin Menşe-i Muallim programından Piyade Mülazım-ı Sani (Teğmen) rütbesiyle mezun oldu ve öğretmeni Osman Nuri Paşa’nın yardımcılığına atandı. 1891yılında Osmanlı Devleti’nin ilk başkentlerinde inceleme çalışmaları yapan bir heyete katılarak Türk-İslam eserlerine ait görünümleri defterlerine aktardı. 1895’te Kolağası rütbesindeyken Yıldız Porselen Fabrikası’nda porselen tasarımları yaptı. 1895’te Fausto Zonaro’yla tanışan sanatçı 1897’de Değirmendere’de resim çalışmaları yaptı.1897’de Türk Yunan savaşını anlatan muharebe konulu resimler çalıştı. 1903 yılında Mahmut Şevket Paşa’nın isteğiyle “Eski Osmanlı” kıyafetlerini kapsayan bir albüm çalışmasına katıldı. 1903 yılında Türk Esliha-i Antika Müzesi’nin kuruluşu için oluşturulan komisyonda görevlendirilen sanatçı. 1909 yılında Baş Ressam olarak başladığı Harbiye Matbaası’nda iki yıl süre ile çalıştı. 1909 ile1912 yılları arasında Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Başkanlığı görevini sürdürürken; 1909’da Üsküdar İskele Gazinosu’nda resim sergisi düzenledi. 1910 yılında Şehzadegan sınıflarında hocalık yapan Hoca ali Rıza 1911 yılında Kaymakam (Yarbay) rütbesindeyken emekliye oldu.
1914’te İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’nde Peyzaj Muallimi olarak görev yaptı. 1917'de Maarif Nezareti’ne bağlı olan Sanayi-i Nefise Encümeni azalığına seçildi. 1918’de başladığı Çamlıca İnas Sultanisi’ (Çamlıca Kız Lisesi)’ndeki Resim Muallimliği üç yıl sürdü. 1921 Üsküdar Kız Sanayi-i Mektebi’nde Resim Muallimliği ve 1929 yılında Sultan Ahmet Erkek Ameli Hayat Okulu’nda Muallimlik yaptı.

Karakalem ile suluboya tekniğindeki yetkinliği ve hızlı çalışma temposuyla (beş bin gibi bir sayıya ulaşan) çok sayıda İstanbul peyzajı betimleyen kentin mahallerini Üsküdar’dan Bebek’e Arnavutköy’den Burgazada’ya kadar semt yaşantılarını kahvehaneleri deniz kıyılarını yorumlayan sanatçı 30 Mart 1930’da Üsküdar’da yaşama veda etti.
 




HALİL PAŞA
Halil Paşa
 ( 1857) - (1939), Türk Ressam 

1857 yılında doğup 1939 yılında ölmüştür. İlk asker ressamlarımızdan olan Halil Paşa "Mühendishane-i Berr-i Hümayun"u bitirmiştir. Okulu bitirir bitirmez "yaveran" sınıfına alınarak sarayda görevlendirilmiştir. Mezun olduktan sonra askeri liselerde de resim öğretmenliği yapmıştır. Uzun bir süre Paris'te Leon Gerome'nin atölyesinde çalışmıştır.

İstanbul'a dönünce önce binbaşılığa sonra da miralaylığa yükselmiştir. 1914 yılında Sanayi-i Nefise Mektebi Ali'si müdürlüğüne yükselen Halil Paşa, Fransa'dan yeni dönen genç ressamları bu okula alarak, okulda yeni bir anlayışla resim yapılmasını sağlamıştır. Hayatının son yıllarını Mısır'da Abbas Hilmi Paşa'nın konuğu olarak resim yaparak geçirdi.

İzlenimci ışık ve renk çözümlemelerine özgün bir ayırım kazandıran Halil Paşa, bu yönde uğraş veren resim sanatçılarına örnek oluşturmuştur. Derin bir anatomi bilgisi de olan ressam, Viyana'da açılan uluslararası bir sergide "Mme, X'in Portresi" adlı eseriyle altın madalya almıştır.




HASAN HULUSİ MERCAN

Hasan Hulusi Mercan (1913-1988), Türk Ressam

1913' te Söğüt'te doğmuştur. İlköğrenimini burada, Orta öğrenimini de Bursa Öğretmen Okulu'nda tamamladıktan sonra Güzel Sanatlar Akademisine girerek 1945'te mezun olmuştur. İki yıl Bursa'da resim öğretmenliği yapmış, daha sonra Paris'e gönderilmiş ve orada 6 yıl resim çalışmıştır. Sanatçı Paris'te kaldığı sürece sergiler düzenlemiş, yurda döndükten sonra bu sanat hareketlerine geniş çapta devam etmiştir. Hasan Hulusi Mercan, başta Devlet Resim ve Heykel Sergileri olmak üzere birçok karma sergilere eserler vermiştir.

1988 yılında kaybettiğimiz sanatçının kendine has bir çalışma stili vardır. Mozaik tekniğini hatırlatan onun bu çalışmaları bilhassa hisli ve ahenklidir. Sanatçımızı 1988 yılında kaybettik. 

 




HATİCE AYSELİ GÖKSOY


Hatice Ayseli Göksoy
 (doğum. 1935, İstanbul, Türkiye) , Türk siyasetçi ve ressam.

Ankara Zübeyde Hanım Kız Teknik Okulu'nu bitirdi. Ressamlık, Türk Kadınlar Birliği Genel Başkanlığı ve XX. Dönem Manisa Milletvekilliği yaptı. Evli ve 2 Çocuk annesidir. 



NURULLAH BERK

Ünlü Türk ressamlarındandır. 22 Mart 1906 doğumlu, Türkiye'de geometrik-figüratif yapımcılığın (konstruktivizim) ilk temsilcilerinden biridir. Eserlerinde kübizm etkilenmeleri de mevcuttur.

Nurullah Berk' in Eğitimi :

Galatasaray Lisesini bitirdikten sonra, Sanayi-i Nefise Mektebi'nde İbrahim Çalı ve Hikmet Onat'ın öğrencisi oldu. 1924'te Fransa'ya gitti ve Paris Güzel Sanatlar Yüksek Okulu'nda Ernest Laurent'la çalıştı. 1928' de öğrenimini tamamlayarak Türkiye'ye döndü ve bir grup arkadaşıyla "Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birligi" nin kuruculan arasında yer aldı. 

1933'te Türkiye'ye döndü ve aynı yıl Abidin Dino, Elif Naci, Zeki Faik İzer, Cemal Toiu ve Zühtü Mürüdoğlu ile birlikte "Türkiye'ye egemen izlenimci tutuma karşı, biçimm olarak Batı' daki çağdaş akımlara paralel kübist ve yapımcı teknik" şeklinde tarif edilen yeni bir anlayışın öncülüğünü yaptı. Berk'in önerisiyle bu grup "D Grubu" ismini aldı. En tanınmış eserleri, En tanınmış eserleri arasında İskambil Kağıtlı Natürmort, Ütü Yapan Kadın, Gömlekçi, Odalık, Dikenler'dir.

Nurullah Berk' in Kazandığı Ödüller :

Yurtiçi ve yurtdışında birçok sergi aşan Berk, 1947'de Ahmet Çanaklı Ödülünü, 1966'da 28. Devlet Resim ve Heykel Sergisi birincilik odülünü ve 1975'te DYO Ödülü Resim Yanşmasını kazandı. Berk'in son 15 yıllık çabası ise "Dogu ile Batı esprilerini kaynaştırmak, geleneksel sanat biçimlerini Bah anlaşıyla bağdaştırmak" biçiminde yorumlandı. 1953'te Suut Kemal Yetkin'le birlikte UNESCO'ya baglı Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Birligi'nin Türkiye ulusal komitesini kuran Berk'in sanat tarihi, resim ve heykel sanatı konulu çok sayıda yayınlanmış yapıtı vardır. 




YUSUF DEMİRTAŞ
Yusuf Demirtaş (d. 1951, Kayseri), Türk Ressam
Türk sanat eğitimcisi, ressam, grafiker. 1964 yılında Pazarören İlköğretmen Okulu'na girdi. 1970'te İstanbul İlköğretmen Okulu Resim Semineri'nden mezun olduktan sonra, 1973'te Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-İş bölümünü bitirdi.

1986'da Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Resim-İş Eğitim Bölümü'nde lisans öğrenimini tamamladı. 1996'da Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi Ana Sanat Dalı'nda yüksek lisans yaptı. Karma sergilerin yanısıra, 2007 yılının Ekim ayında İzmir İş Sanat Galerisi'nde açtığı sergisiyle birlikte 13 kişisel sergi açmış bulunmaktadır. Çalışmalarına Ankara'daki atölyesinde kendisi gibi sanat eğitimcisi ve ressam olan Muhteber Demirtaş ile birlikte devam etmektedir.

Yusuf Demirtaş' ın Ödülleri :
65. Devlet Resim Heykel Sergisi Özgün Baskı Ödülü

Yusuf Demirtaş' ın Kişisel sergileri :

- 1981 Renault Galerisi/ Ordu 
- 1989 Türk-İngiliz Kültür Derneği/ Ankara 
- 1990 Türk-İngiliz Kültür Derneği/ Ankara 
- 1996 Ziraat Kültür Merkezi/ Ankara 
- 1997 Akbank Sanat Galerisi/ Bursa 
- 1997 Gözde Sanat Galerisi/ Ankara 
- 1998 Yapı Meslek Lisesi/ Ankara 
- 2002 Resim Heykel Müzesi/ İzmir 
- 2002 Kalkınma Bankası Sanat Galerisi/ Ankara 
- 2003 IX. Sanat ve El Sanatları Fuarı/ Ankara 
- 2004 Kavaklıdere Sanat Galerisi/ Ankara 
- 2004 X. Sanat ve El Sanatları Fuarı/ Ankara 
- 2007 İş Sanat Galerisi/ İzmir
 

 



HARUN ANTAKYALI

Harun Antakyalı (doğum. 1965, İskenderun) , Türk ressamdır.

Hacettepe Üniversitesi güzel sanatlar fakültesi resim bölümünü bitirdi. Özgür figür çalışmaları ile tanınan sanatçı, büyük yüzeylere yaptığı çalışmalarla da bilinmektedir. Yaşarım, yaparım, tüketirim Antakyalı ile sloganlaşmış bir sözdür.

Sanatçı büyük A harfini ters olarak kullanır. İlk sergisi Metropol izlenimleri 1992, ardından Metropol kirlenmeler, Benim Olymposum yok, Olymposu olmayanlar buraya, Yaşarım, yaparım, tüketirim. Don (suz) kişotlar, Metropolü anlayan an (lar) başlıkları altında sergiler gerçekleştirdi.

2001-2002 sanat kurumu övgüye değer sanatçı ödülü verildi. Sanatçı büyük yüzeylerin ressamı olarak tanılır. Büyük boyutta yaptığı duvar resimleride kendi dilinde oluşturulmuş komposizyonlardır. Ant ve Ece adında iki çocuğu vardır. Ankara'da yaşamaktadır.



ABBAS SAYAR

21 Mart 1923'te Yozgat'ta doğdu. Liseyi (1941) Yozgat'ta bitirdi. Maddi imkansızlıklar nedeniyle üniversiteye gidemedi. Kısa süreli memurluktan sonra yedeksubay oldu. 1945'te İstanbul'da evlendi. Dört sömestr Türkoloji öğrenimi yaptı.

1947'de İstanbul'da, onbeş günde bir çıkardığı gazeteyi, matbaa kurarak Yozgat'ta yayınlamaya devam etti.Politikaya girdi, bir süre sonra politikanın çıkar kavgalarına ayak uyduramayan Sayar 1957'de politikadan el etek çekti.Şiir yazmayı sürdürürken, roman yazmaya başladı.1970'te Yılkı Atı romanıyla ismini edebiyat dünyasına duyurdu.

1923 yılında Yozgat’ta dünyaya gelen, hayatının bir bölümünü orada geçirip 1999 yılında vefat ettikten sonra yine o topraklara dönen ’ın romanları ve hikayeleri de Orta Anadolu insanının hayatını anlatır. ’ın hayatı, romanlarındaki hayatlara benzer, ya da o, romanlarını kendi hayatından aldığı ilhamla yazmıştır. Kitaplarındaki kahramanların hiç uzağına düşmeyen, onlar gibi yaşayıp onları yazan Sayar’ın karşısına çıkan ilk engel, Anadolu’nun bağrından kopup İstanbul’a gelenleri şehir kapısında bekleyen şeydir: parasızlık... Sayar, maddi olanaksızlıklar yüzünden geç girdiği üniversiteyi yine yine bu nedenden dolayı bitiremez. Üstelik, düşlerindeki okuldur bırakıp gitmek zorunda kaldığı, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyat Bölümü... Üniversite öğrenimi, hayatında yarım kalan tek şeydir, ardında bıraktığı ve derlenmeyi bekleyen şiirleri sayılmazsa... Gazete bayiliğiyle işe başlayıp Bozlak adıyla bir kültür ve sanat gazetesi çıkaran, edebiyat fakültesinde okuyamamış olsa da şiirler yazarak edebiyat dünyasına giren Sayar, adını 1970 yılında TRT Sanat Ödülleri Yarışması’nda derece alan ilk romanı Yılkı Atı’yla duyurduYılkı Atı,TRT Roman Başarı Ödülünü (1971) kazandı. O yıllarda bir “edebiyat olayı” olarak nitelendirilen bu romanın ardından gelen Çelo (1972) romanı 1973 Türk Dil Kurumu Roman Ödülü’nü, Can Şenliği (1974) romanı ise 1975 Madaralı Roman Ödülü’nü getirdi Sayar’a. Yozgat’ta bir dönem de çiftçilik yapan yazar, ömrünün son yıllarını Ayvalık’ta resim yaparak, roman ve şiir yazarak geçirdi. ’ın kitapları daha önce E ve Can Yayınları’ndan çıkmıştı.

"Güçlü, hırslı bir at kişnemesi ovanın dört bir yönüne dağıldı. Dağınık düzen otlayan sekiz on at başlarını kaldırdılar ve kulaklarını diktiler.
İçlerinde güçlü, kuvvetlileri vardı. Kimi kahra uğramış zavallı, kimi yılkının alışığı"

"hesaptan düşülmüş, defterden silinmiş" roman kahramanı Doru Kısrak’ın yılkıya bırakılma öyküsü ve Orta Anadolu’nun ağır kış doğasında yaşama mücadelesi, halk dilinin zengin sözcük ve deyimleriyle işlenerek, şiirsel bir anlatımla ölümsüzleştirilmiş, eşsiz bir yapıt olan "Yılkı Atı"; ’ın, Sekili’de çiftçilik yaptığı yılların gözleminden yola çıkılarak yazılmış ilk romanıdır.

1971 yılında TRT Roman Başarı ödülünü alan Yılkı Atı'nın halen geniş bir okur kitlesi bulunmaktadır.

"Hamamcı Mustafa Ağa yaşlı biriyle matbaama geldi:" Abbas Bey, dedi, tam senin istediğin gibi kendinden uçkurluklu. Kimi kimsesi yok, tümünden yılkılık. Oğlan oynamış oyuna gitmiş, çoban oynamış koyuna gitmiş"

1975 Madaralı Roman ödülünü kazanan ve TRT tarafından filme çekilen Can Şenliği, Nail ’ın üçüncü romanıdır.

şiir gibi roman yazan bir yazar. Şairliği bu yüzden önemlidir.

Üşüyorum
Hasret ağır bastı üstüme
Oynuyor yerinden köşe taşlarım
Öyle bir gariplik sardı ki yüreğimi
Dokunsalar boşanacak gözyaşlarım

her ne kadar ardına kadar açık olduğunu söylese de aslında Türk edebiyatının kapalı bir kapısı olarak kalmıştır. Yılkı Atı ile TRT Roman Ödülü (1970), ikinci romanı Çelo ile 1973 Türk Dil Kurumu Roman Ödülü, üçüncü romanı Can Şenliği ile de 1975 Madaralı Roman Ödülü’nü kazanmış olmasına rağmen edebiyatımızda hemen her yazarın başına geldiği gibi vefasızlığa uğramış, ömrünün son yıllarında iyiden iyiye unutulmuştur.

Ötüken Neşriyat’ın yeniden yayımladığı ödüllü romanlar Yılkı Atı, Çelo, Can Şenliği, Yorganımı Sıkı Sar (öykü), Anılarda Yumak Yumak ve son kitaplarından biri olan Noktalar’ın kapağında yazarın kendi yaptığı resimler kullanılmış.

Yazarın sekizi roman, altısı şiir kitabı olmak üzere on dört yapıtı var. Diğer Yapıtları: Dik Bayır, Yorganımı Sıkı Sar(öykü), Tarlabaşı Salkım Saçak, Anılarda Yumak Yumak, El eli yur, el de yüzü, Boşluğa Takılan Ses(şiir), Noktalar(aforizmalar)... Kırk dört yıllık gazetesinde yüzlerce, binlerce başyazı yazdı. 1989'da ikinci kez evlendi, Ayvalık'a yerleşti. Resim, şiir, roman yaşamını Ayvalık'ta sürdürdü. Ankara, Antalya, İzmir ve Ayvalık'a resim sergileri açtı. Ardında, derlenmeyi bekleyen pek çok şiir ve yazı bırakarak 12 Ağustos 1999 tarihinde aramızdan ayrıldı. Mezarı Yozgat'ta bulunmaktadır.





Ressam Ebdülmecit Efendi

Sultan Abdülaziz’in oğlu olan 29 Mayıs 1868’de İstanbul’da doğdu. 1876’da babasının tahttan indirilmesinden sonra 1908’e kadar sarayda kapalı bir hayat yaşadı. Resimle ilgilendi, yabancı dil öğrendi. 1929’de Vahdettin’in tahta çıkması üzerine veliaht oldu.

Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu hareketini desteklerken bir yandan da kendi kuvvetini güçlendirmeye çalıştı. 1 Kasım 1922’de saltanat kaldırılınca veliaht sıfatı kayboldu. Vahdettin’in yurtdışına kaçması üzerine halifeliğe seçildi.(18 Kasım 1922) 3 Mart 1924’te halifelik ortadan kaldırılıp hanedan üyelerinin yurt dışına çıkarılması kararı alınınca önce İsviçre’ye, sonra Fransa’ya gitti.  Resimle de ilgilenen Abdülmecit’in tabloları ilk kez 1986’da İstanbul’da özel bir galeride sergilendi.

Son halife 23 Ağustos 1944’de sürgünde bulunduğu Paris’te öldü. 



Ressam Adil Doğançay

1900 yılında İstanbul'da doğmuştur. Babası Tüccar Ali Bey'dir. Eyüp Rüştiyesi'nde okurken Şerif Renkgörür'den, Harita Mühendislik Mektebi'nde okurken Diyarbakırlı Tahsin Bey'den ders alan Doğançay, 1920 yılında bu mektebi bitirmiş ve İstiklal Savaşı'na katılmıştır.Meslek hayatı boyunca asla sanattan kopmayan sanatçı, çoğu zaman tabiattan çalışmıştır. Önceleri detaya inerek realist çalışan , bu ilk eserleriyle dikkat çekmiştir. Daha sonraları empresyonist bir anlayışa yönelen ressam 1990 yılında vefat etmiştir. 




PAPLO RUİZ PİCASSO
İspanyol ressam. Gerçek adı Pablo Ruiz Picasso'dur. Picasso tanınan en üretken sanatçı ve 20. yüzyılın en önemli ressamlarından biridir. Guiness Rekorlar Kitabı'na göre, toplam 13,500 resim, 100,000 baskı, 34,000 kitap resmi ve 300 heykel ve birçok seramik ve çizim üretmiştir. 1973 yılında eserlerinin toplam değerinin 750 milyon dolar olabileceği tahmin edilmiştir. Sanat dünyasında çığır açan Kübizm akımının Georges Braque’la birlikte öncüsüdür.

25-ekim 1881’de Málaga, ispanya’da dünyaya geldi. İspanya’nın önemli sanat enstitülerinde öğretmenlik yapan ve bir müzede küratör olarak çalışan Jose Ruiz Blasca ile İtalyan asıllı Maria Picasso Lopez’in ilk çocuklarıydı. Doğduğu gün ölümle ilk kez burun buruna gelen Picasso’nun ebesi onun öldüğünü düşünüp tüm özenini annesine yöneltmiş, ancak doktor olan amcası Don Salvador’un soğukkanlılığıyla Picasso son anda kurtulmuştu. 1884 yılında kız kardeşi Dolores ve 1887’de Concepcion doğdu. Picasso sanata düşkün bir aileden geliyordu. Zira anne ve baba tarafında da ressam akrabaları vardı. Resimle ilgili büyük yeteneği çok küçük yaşlarında ortaya çıkan Picasso’nun söylediği ilk sözcük İspanyolca kalem anlamına gelen Lapiz’in kısaltılmışı “Piz” olmuştu. Zira kâğıt ve kalemle olan ilişkisi o yıllarda başlamıştı. İlk eğitimini babasından alan Picasso, sonrasında Academia de San Fernando’ya devam etmişti. Yaşamının ilk on yılını doğduğu kasaba Malaga’da geçiren Picasso’nun ailesi geçim sıkıntısı çekiyordu. Ancak babasının İspanya’nın kuzeyinden daha iyi ücretle yeni bir iş teklifi alması üzerine dört yıl geçirecekleri atlantik kıyısındaki eyalet merkezine taşındılar. 1894 yılında kız kardeşi Concepcion’ın difteri sebebiyle hayatını kaybetmesi Picasso’nun yaşam ve sanat üzerine fikirlerini önemli ölçüde etkileyecekti. Sanat konusunda başlangıçta babasını örnek alan Picasso, 13 yaşına geldiğinde çalışmalarıyla herkesi kendine hayran bırakan bir ressam olmuştu. Babası Jose Ruiz Blasca, Picasso’nun yaptığı güvercin resminden o kadar etkilenmişti ki tüm gereçlerini oğluna vererek onun artık olgun bir sanatçı olduğunu kabul etmiş ve bir daha hiç resim yapmamıştı. 


1895 yılının ilk aylarında Ruiz Blasco ailesi Barselona’ya taşındı ve Picasso doğru dürüst eğitim görmemesine rağmen 14 yaşında tanınmış bir sanat okulu olan Llotja Sanat Enstitüsü’ne kabul edilmeyi başarmıştı. Disipline olan tahammülsüzlüğü ve desen egzersizleri üzerindeki titizliği okul hayatının en belirgin özellikleriydi. Barselona’da geçirdiği yıllarda yaratıcı fikirlerle dolup taşan Picasso o dönemde modernistlerle ve zengin burjuva aileleriyle tanıştı ve resim dilinin gelişiminde önemli rol oynayacak olan Carles Casogemos ile arkadaş oldu. Çıraklık döneminin sona ermesinden çok önce Barselona’nın en tanınmış ressamları arasına giren Picasso’nun, Barselona’da o güne dek gerçekleştirilen en önemli sergide ilk büyük boyutlu yağlı boya tablosu sergilendi. 1897’de Malaga’da geçirilen bir yaz tatilinin ardından Picasso, Madrid’deki yeni atölyesine taşındı ve ispanya’nın en tanınmış sanat okullarından birine girdi. Önceleri geçmişin usta ressamlarını kopya edip onların biçemlerini kullanan ressam, daha sonra bu resimlerden ilham alıp kendi stilini oluşturmaya başladı. 
1900’de ilk kişisel sergisini Galeri Volland’da açan ve paris’e ilk ziyaretini gerçekleştiren ressam, yakın arkadaşı Carlos Casagemas’ın intiharıyla yepyeni bir döneme girdi. Yaşadıklarını mavi renk temasıyla eserlerine yansıttığı bu döneme Mavi Dönem adını veren Picasso, yaşlılık, fakirlik ve ölüm konuları üzerine eğilmişti. Dama en Eden Concert (1903), La Vida (1903), Las dos hermanas (1904) gibi tabloları o dönemin bir ürünüydü. Mavi döneminde resimlerinde hüzün ve melankoli egemendi. Aslında gökyüzünün rengi olan mavi çocukluğundan itibaren Picasso’nun en sevdiği renk olmuştu ve bu rengi, ilk dönem resimlerinde güçlü duyguları ve hüznü ifade edebilmek için kullandı. Picasso bu dönemde ayrıca ilk heykellerini de yaptı. Çağın en büyük sanatçılarından biri olan Rodin' in yapıtlarını görmesi onun yaşamına yeni bir boyut kazandırmış ve plastik çalışmalara başlamıştı. Bu periyodun en öne çıkan çalışması bugün Cleveland's Museum of Art'ta sergilenen "La Vie" (1903)'ydi. Mavi Dönem 1901-1903 yılları arasındaydı. 


1904’te Paris’e yerleşen Picasso, ona Fransızca öğretecek olan gazeteci ve şair Max Jacob’la birlikte yaşıyordu ve daha sonra evleneceği Fernande Olivier'le tanışması da o günlere rastlıyordu. Paris günleri Picasso’nun yeni başlayan döneminin de habercisi niteliğindeydi. Mavi Dönem’den sonra yine bir temel rengi ağırlıklı olarak kullandığı ve resmin ruhunu ortaya çıkaran yeni dönem gelmişti: Pembe Dönem. Renkten çok çizgi ve desen kullanımına önem vermeye başlayan Picasso’nun kompozisyon tercihi daha estetikçi bir durum aldı ve tercih ettiği renkler gri-pembe aşı boyası ve kahverengi ağırlıklıydı. Desenlerinde cambaz ve soytarı figürlerine giderek daha sık rastlanmaya başlanan ressamın bu dönem çalışmalarında hüzün duygusu biraz daha hafiflemişti. Sirk insanları, palyaçolar yeni kahramanlarıydı. Dönemin en önemli eserlerinden biri, Washington'daki The National Gallery'de sergilenen "Family of Saltimbanques"(1905)'ti. Pembe Dönem’e ait diğer çalışmalardan bazıları ise "Lady with a Fan"(1905), "Harlequin Family"(1905), "Woman with Loaves"du.(1906) Bu dönemde kullandığı figürlerin yalın ve köşeli düzenlenişi Kübizm’in doğuşunun habercisi niteliğindeydi. 
Picasso’nun çalışmaları 1905 yılından itibaren klasik bir hava kazanmaya başlamıştı. Aynı dönemde yaşayan Henri Matisse'den ve Henri Rousseau'dan çok etkilenen ressamın Kübizm yolculuğu da o dönemde start aldı. Ayrıca 1906 yılı sonlarında Picasso artık yalnızca resim ve desen alanında değil, heykel ve gravürde de tanınmaya başlamıştı. 


Bu dönem, Picasso'nun resimlerini sadece çok yakın dostlarından başka kimselere göstermediği dönemdi ve ilk Kübist resimlerini tamamlayana kadar durum bu şekilde devam etti. Ressam düz alanda üç boyutlu formları birbirinin üzerine gelecek şekilde kullanmaya, insan anatomisini göründüğünden farklı işlemeye başlamıştı. Picasso, yakın arkadaşı Georges Braque’la birlikte 1907 yılında başlayan ve sanat tarihinde yepyeni bir çığır açan Kübizm Akımı’nı başlattı. Picasso’nun Kübist sanat anlayışının ilk örneği ise aynı yıl tamamladığı Avignonlu Kızlar isimli tablosuydu. Bu dönemde yaptığı resimlerin en ünlüleri Pipo İçen Adam (1911) , kolaj tekniğiyle yaptığı Bambu Sandelyeli Natürmort (1912) ve bir karakalem çalışması olan Şişe, Bardak ve Keman’dı. Georges Braque’la aynı akım üzerine resmettikleri çalışmalar birbirine benzediği için eserlerini birbirinden ayırmak zor oluyordu. Kübist tabloların genel özelliği, geometri ve geometrik şekillerin kullanılmasıydı ve resmedilen nesneler geometrik formlar oluşturacak şekilde basitleştirilmiş veya geometrik şekillere bölünmüştü. Kübizmin bir diğer özelliği de uzaydaki üç boyutlu bir cismi iki boyutlu yüzeye aktarma çabasıydı ve Picasso bu amaçla şekilleri yanal yüzeylerine bölüştürüp her birini iki boyutlu yüzeyde göstermeye çalışıyordu. Yine bu nedenden portrelerindeki insanlar hem profilden hem de cepheden görülmekteydi. 1910 yılından itibaren Picasso ve Braque Kübizm akımını yeni bir boyuta taşımaya başlamışlardı. Bu ilk aşama objelerin parçalarına ayrıldığı "Analitik Kübizm" olarak bilinmekteydi. Burada amaç objeyi taklit etmekten çok onun gerçeğini yansıtmaktı ve dönemin önemli eserleri şu şekildeydi: "The Guitar Player"(1910), "Portrait of Ambroise Vollard"(1910), "Accordionist"(1911), "Aficionado"(1912). 1912 yılında ise Picasso ve Braqueortaklığında Kübizm akımı, bir başka basamağına geçti: "Sentetik Kübizm". Gerçek dünyayı tuvale aktarmak anlamında uç noktada değerlendirilen bu basamakta, küçük parçalar önemli yer tutmaktaydı. Ressamın Sentetik Kübizm döneminde ortaya çıkan çalışmalarından bazıları "Guitar and Violin"(1912), "Glass and Bottle of Suze"(1912), "Clarinet and Violin"(1913) ve "The Italian Girl"dü. (1917) 
Birinci Dünya Savaşı döneminde Braque’la ortaklığı sona eren Picasso, savaş sonrasında toplumsal çözülmeyi ve teknolojik terörün yarattığı dehşeti resimlerine yansıtmaya başladı ve klasik çizgisine geri döndü. Jean Cocteau ile beraber roma'da kaldığı bu yıllarda sahne dekoratörü olarak çalışmaya da başlayan Picasso, dansçı Olga Kokhlova'yla tanıştıktan çok kısa bir süre sonra yeniden dünya evine girdi. Oğlu Paulo’yla birlikte eşinin birçok portresini de yapan Picasso 30’lu yıllarda sürrealizmden etkilenmeye başlamıştı. 


1927 Ocağında Marie-Therese'yla tanışan ve aşık olan Picasso, eşi Olga’yla anlaşamıyordu. Therese’nin sayısız resmini yapan ressam bu ilişkisini yıllarca sürdürdü. Olga ile geçimsizlikleri artık dayanılmaz bir noktaya ulaştı ve o dönem hamile kalan sevgilisi Marie-Therese’den Maya isminde bir çocuğu oldu. Ancak ondan bir türlü ayrılmak istemeyen Olga yüzünden sinirleri bozuk olan Picasso, kolay kolay işe yoğunlaşamamaktaydı. Bir mektubunda: “Bu hayatımın en kötü dönemi.” diye not düşen ressam herkesten uzaklaşarak şiir yazmaya başladı. 
1931 yılında Paris yakınlarında bir konak satın alan Picasso arkadaşları Louis Fort ve Gonzales' in teşviki ile gravür ve heykel atölyesi kurdu. 


27-nisan 1937 yılında Almanların saldırısıyla bombalanan Guernica kasabasının durumu ressamı çok etkilemişti. Picasso bu olaydan sonra tamamladığı eserine Guernica adını verdi. Konuyla ilgili olarak ilginç bir olay da gelişmişti. Zira Picasso atölyesinde Guernica’yı tamamlamak üzereyken Alman bir komutan içeri girmiş, tabloya uzun süre baktıktan sonra Picasso’ya bu resmi siz mi yaptınız diye sormuştu. Bunun üzerine ünlü ressamın cevabı: “Hayır, siz yaptınız.” olmuştu. Guernica, Picasso'nun en ünlü eseri olarak değerlendirildi. İspanya İç Savaşı sırasındaki Alman bombardımanını sembolize eden bu büyük tablo, savaşın insanlık dışı, umutsuz ve alçakça tarafını yansıtıyordu. Uzun yıllar new-york'taki Modern Sanatlar Müzesi'nde kalan tablo Picasso’nun isteği üzerine ülkesi İspanya’da sergilenmedi. Zira Picasso, İspanya'da uygulanan demokrasiden memnun değildi. Tablo ancak 1981 yılında kendi topraklarına geri dönerek Cason del Buen Retiro'da sergilenmeye başlamıştı. Madrid'de 1992 yılında Reina Sofia Museum açıldığında ise "Guernica" bu büyük müzenin en önemli parçası olarak şimdiki yerini aldı.Picasso'nun bu dönemde ortaya çıkardığı en önemli eserlerinden bazıları "Woman-Flower"(1946), "Portrait de Sylvette"(1954) ve "Don Quixote"tu.(1955) 
Hayatı boyunca savaşa karşı olan fakat hep savaşla yaşamak zorunda kalan Picasso’nun yakın arkadaşlarından Max Jacob, 1944 yılında Almanlar tarafından götürüldüğü Yahudi toplama kampında öldürüldü. 1945 sonbaharında iki yıldır tanıdığı ressam Françoise Gilot ile yaşamaya başlayan Picasso, Güney Fransa’ya yerleşerek sevgilisi Françoise' in sayısız portresini yaptı. 


1949 yılında ressamdan üyesi olduğu Komünist Parti tarafından Paris' te düzenlenen Barış Kongresi için bir afiş yapması istendiğinde Picasso bugün barışın simgesi olan güvercin resmini yaptı ve çalışması avrupa' nın bütün kentlerinde duvarları kapladı. Claude’dan sonra Françoise Gilot’tan doğan ikinci çocuğunun ismini de İspanyolcada güvercin anlamına gelen Paloma koyan Picasso, 1956 yılında Macaristan' ın Sovyetler tarafından işgaline kadar politik faaliyetlerine devam etti. Oldukça üretken olan Picasso, 1948' den beri yaşadığı Vallauris' te seramik ve çömlekçiliğe merak sararak bu alanda çok yaratıcı eserler ortaya koydu. 70 yaşında olmasına rağmen, mutlu, canlı ve enerjik olan ressam, Françoise’in iki çocuğunu alarak ondan ayrılmasından sonra eski depresif günlerine geri döndü. Kendisini bir sinema yıldızı gibi izleyen gazetecilerden bunalan ressam yeni sevgilisi Jacqueline Roque' la Cannes sırtlarında denize bakan “La Californie” adlı villasında gözlerden uzak bir yaşam sürmeye başlayıp sadece yakın arkadaşları ile görüşmeye başladı. 


14-mart 1961 tarihinde Jacquelin Roque ile evlenerek Cannes' e sekiz kilometre uzaklıkta küçük bir kasaba olan Mougins yakınlarındaki bir tepedeki çiftliğe yerleşti. 
1-mayis 1970' de son yıllarda yapmış olduğu resimleri Avignon' daki “Papalar Sarayı” nda sergilenen ressam, dostu Jaime Sabarte' nin yardımları ile Barselona' da açılan Picasso Müzesi'ne gençlik yıllarında yaptığı tüm eserlerini hediye etti. 


Yapıtlarıyla, yaşarken ölümsüzlük mertebesine ulaşan ressam, 8-nisan 1973'te hayata gözlerini yumdu. Yaşamının son yirmi yılında kariyerinin en üretken dönemini geçiren Picasso, hiç kuşkusuz 20. Yüzyılın en önemli sanatçılarındandır. Picasso’nun fırtınalı aşklarını ve sanatçı kişiliğini gözler önüne seren "Surviving Picasso" filminde ressamı ünlü oyuncu Anthony Hopkins canlandırdı. Portresini çekme şansına erişen Ara Güler'e ise bir resmini hediye ettiği söylenmektedir.



Saygılarımızla Karakalem34 Ekibi...

YOUTUBE DERS VİDEOLARI

Pic 6

Oturduğunuz yerden ücretsiz bir şekilde karakalem çizim yapmayı öğrenin. TAKİP ET.

YOUTUBE DERSLERİMİZ

Pic 7

Haftalık Güncel Derslerimizden ilk siz haberdar olun. TAKİP ET.

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol